" Subjektif olarak yaşadığım, nefes aldigim ama bir aidiyet biçimi
degildir kimliklerim”.
Sanatçı olarak gündelik hayatta kurmaya calistigin bir durus mevcutsa eger, kimlikler pesinden gelir cemaatler gibi. Bu karmasa Kafka’nin Sato’suna giremeyen, çikislarin ve girislerin karmasasini yasiyan bay K’nin travmasidir, bir cografi sikismislik ve sinirlar anlatiminin depresif flörtü sözkonusudur. Burada beden anlatisi mit ve iktidarin söylem aygitlari tarafindan olusturulurken, kimlik yada kimlikler denilen lanet, ayni zamanda senin bir gözetim altinda olusunu gosterir. Cemaat ve geçmis uzerinden izlenen bir beden, simdi ve gelecek arasina sikismis bir olus, kimligin molekuler parçalanisi ve kirilmasidir. Kimlik aslinda bu kadar steril degildir, burada devreye aidiyet, yert-yurt, hayali mufredatlar, kaçislar, mafyalasma ve travma girer. Kendim olma arzusu, kendime ait olmasada benim kimliklerimi ele verendir. Bana göre hiçbir kimlik doğru kimlik değildir, ya da eksik kimliktir. Bu da bendesanatçı,Kürt ve sanatçı, Diyarbakırlı sanatçı,uluslar-arası sanatçı,Türk ve sanatçı,Türkiyeli Kürt sanatçı,anarşist sanatçı,bağımsız sanatçı,bağımlı sanatçı,genç sanatçı, santçi olmayan sanatçi, depresif san-at-çi vs... Kaçis tam da deleuzyen anlamda kaçis çizgisinde olmak-ligi verir ele. Kimlikler karmaşasında içinde sanatçi kimlik yorgunlugunu yasar boyuna. Oysa santçi kaçis uzerinde uretir, makro kimliketen, egemenden, kolonyalden ondan bundan derken kaçarken sanarçi mikro alanda nefes almaya içindeki marjini daha çok desip travmayla yüzlesmeye çalisir. Yani bu sey kendini bulmak için nereye gitmen gerektiginden eminsizlik, (yersizyurtsuz olus ) ile kendinden kaçarken nereye yöneleceğinden emin olmama arasindaki subjectif yarilmadir(yeniden yert-yurt olus) . Dolayisiyla burada bilinçdisi kaymalar ile zehirlenmis dil kimliklerinin sizoid dansi sözkonusudur.
Yaşama karşı, inandığın değerler sistemine karşı bir mücadele ve müdahale sözkonusu ise travma kaçınılmaz olarak orada belirir. Travmayı doğrudan doğruya yaşayan bir kişi olarak -ki bence tüm sanatçıların travma yaşaması gerekliliktir, veyahut sürekli bir travma halinde olmak, ahlaki bir mesele olarak bunun ev ve evsizlik arasinda (Adorno) kayan ve olusan algılarımi ve değerlendirmelerimi etkiledigini bunun yapıtlarıma anlam katmanlari sundugunu dusunuyorum. Kendi yaşam deneyimlerimi yeniden anlamlandıran bu yapıtlar -untıtled- yorganlar,sanatın gündelik hayatin içindeki kültürel kodlardan nasil beslendigini ve diger külturel girislere meyilli bir tecrubeyi nasil bir platform olarak görünür kildigini bize gösteriyor. Doğup büyümenin bilinçte oluşturduğu geçmiş ile aramdaki mesafe ile yüzleşmek üzerinden tekrar parçalanmayi barındırıyor. Yakın tarihte yaşanmış olan herşey benim çalışma alanım içine girer ve benim tecrube aktarimlarini bir hikaye anlatici gibi dokumami saglar. Bunlar; aile ,birey, kimlik, kimliksizlik, sürekli tekrarlanan kavramlar, travma, biçimli ve biçimsiz ritueller,terbiyesiz sözler, göç ve yol sikismasi, kitch görüntüler , dolaylı anlatımlar, esnek beden ve yorgan “ben”, uyum ve uyumsuzluk, kültürel çıkmazlar, aynı zamanda bu korkularım, tiksintilerim, hinçlarim, neseli hallerim ve bedenimde gezen ironidir ...
“Zaten yaşadığım yer temsilin ve temsilsizligin kendisidir."
Cengiz TEKİN