20 Ocak 2010 Çarşamba


İKSV,Deniz Palası iftiharla sunar(radikal cumartesi)




16/01/2010
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, artık Şişhane'deki Deniz Palas'ta. Bu, çoğumuz için sıradan bir nakil işleminden çok daha anlamlı, çünkü koca konser salonu, lebiderya restoran-barı, çağdaş sanat işleri, tasarım dükkânı ve fazlasıyla bir vaha burası. İKSV Genel Müdürü Görgün Taner rehberliğinde dolaştık...


BAHAR ÇUHADAR
Cismindeki şiirsellik isminden başlıyor; Deniz Palas. İki sözcük ancak bu kadar uyumlu eşleşebilirdi ve ancak böyle bir konumda vücut bulmuş bir ‘apartmana’ yakışırdı... Kişisel kent hafızamdan ‘Envaiçeşit aydınlatma alet edevat dükkânının sıralandığı bölge’ diye çıkarabileceğim Şişhane, nicedir şehrin en yeni eğlence mekânlarına kucak açmış durumda. Deniz Palas namlı bina ise 1920’de konmuş caddeye. ‘Kirzade’ adıyla anıldığı apartman günlerinde, birtakım şanslı kulların güne Haliç’in enfes manzarasıyla başladığı yer olmuş. 1920’den beri görüp geçirdikleri kendinde saklı, biz fanilerin kapısından içeri girmesine vesile 2005’teki 9. Uluslararası İstanbul Bienali olmuştu. Michael Blum’un tarih bilgilerimizi zorlayan, çoğumuzu gerçekliğine inandırdığı, 1900’lerin başında yaşamış Marksist, feminist, Musevi Safiye Behar’ın odası ile yanı başında Nedko Solakov’un duvarları dile getirdiği işi; Deniz Palas ve bienal kelimeleri yan yana geldiğinde ilk akla düşenler... Solakov, duvardaki notların bir parçasında şöyle diyordu: “... Odaya giren yedi kişiden ortalama altısı önce Haliç’e bakan pencerelere gidecek, birkaç saniye çevrelerine göz attıktan sonra da odayı terk edecekler...” Haksız sayılmazdı... Deniz Palas, bienalin ardından kapılarını, derin bir estetik operasyona girmek üzere kapamıştı. Bugün itibarıyla hem İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) merkez üssü olarak hem de manzaraya doyulacak terası, restoranı ‘X’, güncelin peşindeki konser ve performans alanı ‘Salon’, İKSV tasarım dükkânı ve kafesi ‘Peralı’yla dışarıya da açılan bir merkez olarak yeni hayatına başlıyor. Burası, mahallenin en gösterişli apartmanlarından biriyken ne kadar hareketliydi bilinmez ama bugünden itibaren son derece tempolu zamanlar geçireceği kesin. Solakov’un öngörüsünün ise artık pek geçerli olmayacağını söylemek mümkün. İKSV’nin yeni ‘evi’ Deniz Palas, mekâna yayılan güncel sanat işleri ve klasik süslemeleriyle öyle göz alıcı ki, içerisi de en az dışarıdaki manzara kadar çekiyor insanı. İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’in rehberliğinde gezdiğimiz binanın açık alanlarıyla restoran, teras, asansör gibi ortak alanlarına 22 sanatçıya ait güncel işler yerleştirilmiş. Küratörler Fulya Erdemci ve Arzu Yayıntaş’ın yönetimde seçilen işlerin ziyaretçiyi ilk karşılayanı Ayşe Erkmen’in ‘Rengarenk’i. Erkmen’in renk renk jaluzileri binanın ön camlarını kaplıyor. Ana kapıdan girmeden başınızı hafif sola çevirdiğinizde, sıvanın altından çıkan 90 yıllık bir imza çarpıyor gözünüze: ‘Georges Coulouthros. Architecte.’ Girmeden tanışın; 1920 yılında binayı Art Nouveau stilinde inşa eden İstanbullu Rum mimar, Georges Coulouthros (Yorgo Kulutros). Kapıdan girer girmez de Sarkis’in 2. Bienal’de Ayasofya Hazine Binası için yaptığı avizenin bir uyarlaması, tavandan salınarak ‘Hoşgeldiniz’ diyor. Girişteki merdivenlerin devamında güncel müziğin izini sürenlere kapısını açacak olan Salon, Deniz Palas’ın Şişhane’nin gece hayatına hediyesi. Hüseyin Alptekin’in 52. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda gösterilen ‘Şikayet Etme’ (Don’t Complain) adlı LED ışıklı pano uygulaması da burada. Salon’un arka sokak girişlerini sağlayan fuaye bölümünde, başını yere eğecekleri bir sürpriz bekliyor: Siyah-beyaz zemin üzerinde minik minik yaratıklar, İnci Eviner imzalı, ‘Kaygan Oryantasyon’. Binayı merdiven boşluğundan, aşağıdan gökyüzüne doğru sarmalayan başak dalları, Selim Birsel’in elinden çıkma. Başak dallarını oluşturan tank şeklindeki baskılar yukarı doğru önce çoğalarak, sonra seyrelerek uzanıyor. Arzu Yayıntaş, Birsel’in merdiven boşluğunda çalışmayı seçerek komşuluk ilişkisine de işaret ettiğini anlatıyor.En oyuncaklı işlerden biri asansörde gizli. Canan Tolon’un aynalarla yaptığı ‘sihibazlıkla’ suretinizin uzaklaşıp yakınlaştığına, sonsuza uzadığına, çoğaldığına şahit oluyorsunuz. Yedi katlı binanın iki, üç ve dördüncü katları ofislere, beşinci katı yönetime ayrılmış. Üç, dört ve beşinci katlardaki camlar, Aydan Murtezaoğlu’na teslim edilmiş. Sanatçı ‘Kariyerist’ adlı işiyle fotografik imgeleri cama uyarlamış. Yönetim odaları, beşinci katı tanıdık bir isimle paylaşıyor. Marttan itibaren burası Leyla Gencer Müzesi olarak ziyarete açık olacak. Sanatçının Milano’daki evindeki eşyalar, kitapları ve piyanosu buraya yerleşecek. Taner, araştırma amaçlı ziyaretlere de açık olacak müzede dönem dönem resitaller verilmesinin de planlandığını anlatıyor. Altıncı kattaki restoran X’in işletmesi Borsa’ya emanet. Restoranın bir köşesi, İznik Çini Vakfı’nın özel armağanı çinilerle bezenmiş fırına ayrılmış. Hemen karşısında, terastan da görülebilen, Canan Dağdelen’in tepeden bakınca ‘Place’ yazısını oluşturacak biçimde yerleştirilmiş toplarının bulunduğu küp yer alıyor. Terasın daimi konuğuysa Yang Jiechang. Sanatçının 10. Uluslararası İstanbul Bienali için ürettiği ‘I Believe in Angels’ adlı neon yerleştirmesi gökyüzünü kucaklıyor. Açık ofislerde Bülent Şangar ve Cengiz Tekin’in fotoğrafları, Füsun Onur, Gülsün Karamustafa ve Hale Tenger’in işleri yer alıyor. Yönetim katı Ömer Uluç, Devrim Erbil, Özdemir Altan, Komet, Mehmet Güleryüz, Güngör Taner’in resimlerine ayrılmış. Mesaisi de, eğlencesi de bol bu bereketli bina, tüm bu işlerle bir sergi alanı formuna bürünmüş. Binanın, ana kapısı dışında caddeye açılan iki ‘gözü’ daha var; İKSV tasarım dükkânı ve yine Borsa’nın işletmesine teslim edilmiş kafe Peralı. Tasarım dükkânı başta New York’taki MoMA’nın ürünleri olmak üzere çeşitli tasarımcıların işlerinin satıldığı ferah bir konsepte sahip.Dolu dolu bir yapı olarak ikinci yaşamına tam anlamıyla bugün başlıyor Deniz Palas.

15 Ocak 2010 Cuma

Şişhane'nin esas yıldızı Deniz Palas(RADİKAL CUMARTESİ)



İKSV, kültür sanat hayatına yaptığı katkılarıyla varlığından en memnuniyet duyduğum kurumların başında geliyor. Bir seferinde, Timeout İstanbul’un editörlüğünü yaptığım sırada, İstanbul’u İstanbul yapan 50 kişi/kurumu konu yapacaktık. Ekipçe hemfikir olduğumuz, ilk aklımıza gelen isimlerin başında geliyordu İKSV... Ben tüm iyimser yorumlara rağmen bu coğrafyada sanat ve kültüre dair gelişmelerin hayli kavruk ve şiddetle tutucu olduğunu düşünenlerdenim.
O yüzden bir süredir her kösteğe rağmen Don Kişot misali çalışan İKSV’nin bu şehre katkısının artık bir hayır işi, neredeyse bir ‘sevap’ boyutunda gerçekleştiğini düşünür oldum.
13 yıldır ‘good old’ Luvr Apartmanı’nda dünyanın sanatçılarını ağırlayan İKSV’nin harika bir binaya geçeceğini öğrendiğimde çok sevinmiştim.

Deniz Palas’ta hangi sanatçıların işleri var?
Burhan Doğançay, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Komet, Görgün Taner, Devrim Erbil, Özdemir Altan, Füsun Onur, Kemal Önsoy, Bülent Şangar, Sarkis, Ayşe Erkmen, Murat ve Fuat Şahinler, Aydan Murtezaoğlu, Hale Tenger, Selim Birsel, Canan Tolon, İnci Eviner, Cengiz Tekin, Canan Dağdelen, Hüseyin Bahri Alptekin, Yang Jiechang.

FERHAN İSTANBULLU

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&Date=05.12.2009&ArticleID=967884#

14 Ocak 2010 Perşembe

11 Ocak 2010 Pazartesi

“Şimdiye kadar bana esrarlı bir biçimde yasaklanmış kelimelerin bir bölümü”



Diyarbakır’da yaşayan ve üreten üç güncel sanatçının (Şener Özmen, Cengiz Tekin ve Berat Işık) 2004-2009 yılları arasında ürettikleri video ve fotoğraf çalışmaları, devrimci şair Paul Eluard’ın, gerçeküstücü sanatçı Andre Breton’a ithafen kaleme aldığı “Şimdiye kadar bana esrarlı bir biçimde yasaklanmış kelimelerin bir bölümü” adlı şiirinden yola çıkarak, gerçeğin altüst olduğu bir coğrafyada, tutarlı gerçeküstücü şair ve ressamların (burada sanatçıların) bu beklenmedik yeni durum karşısındaki tutumlarına göndermede bulunuyor. Nasıl hareket ediyor güncel sanatçı hiçbir şeye götürmeyen harikulâde kelimeler dolaşırken ortalıkta? Şair ne yazıyor her şeyi söylemenin derin kaygısıyla bunalmışken? Ne anlatmaya çalışıyor Eluard yuvarlak masa değişken surat asma derken? Ya da “tetik”kelimesi ona “parıltılı bir tecavüzü” anımsatırken? Üçlü, Eluard için yasaklanmış kelimelerin olası diğer bölümüyle ilgilendiğini söylüyor. Savaş, aşk, evlilik, çocuk ve sanat dünyasının yoğun ilişkilerinin kendilerini olgunlaştırmamış olabileceği ihtimali üzerinde duruyor tuhaf bir şekilde.

Eluard’ın ressam Max Ernst’le düşman cephelerde kurdukları dostluk, savaşın gereksizliği ve yıkıcılığı, insanların kardeşliği, düşüncenin evrenselliği ve en önemlisi sanatın uzlaştırıcılığıyla somutlanmıştı. Şener Özmen, Cengiz Tekin ve Berat Işık, farklı dönemlerde ve Diyarbakır’da ürettikleri video ve fotoğraf çalışmalarında, tüm cephelerin giderek birbirine benzediği ve uzlaşacak bir taraf bulmakta zorlandıklarını söylüyor.

2 Ocak 2010 Cumartesi