11 Aralık 2008 Perşembe


OUTLET; "ACİL ÇIKIŞ" SERGİSİNİ SUNAR!
Açılış: 2 Aralık Salı, 18:30-20:30
Ferhat Özgür
Gökçe Süvari
Necla Rüzgar
Nilbar Güreş
Tufan Baltalar
Proje Odası'nda Nevin Aladağ
2 Aralık - 17 Ocak
Salı-Cumartesi // 10:00 - 18:30
Canan Pak, Point Hotel, Mas Matbaa, Ayk Holding, Derin Design, BenQ, Coca Cola, Beck's ve Net Copy Center katkılarıyla
Outlet//Ihraç Fazlası Sanat
Boğazkesen Cad.
Kadirler Yokuşu no:69
Tophane-Istanbul
0212 245 55 05
http://www.outlet-istanbul.org/
http://outlet-istanbul.blogspot.com/blogspot.com

8 Aralık 2008 Pazartesi

7 Aralık 2008 Pazar

tu bi xer hati mina ...

sabah sekizkırkdört'te yeni doğan çocuk yoğun bakım ünitesinin kapısı birden açılır ve koşarak bana doğru gelen bir kız çocuğu babaa,baabaaaa sana baba diyebilir miyim?gözlerim doldu ve aynaya baktım birden yaşlanmış ve saçlarım bembeyaz olmuştu.aniden bir şeylerin farkına vardım etrafımdaki aile büyüklerini ve yakın dostlarımı koruma içgüdüsü ile kadrajdan çıkın kadrajdan çıkkkınnnnn yoksa sizde yaşlanacaksınız diye bağırdım.bağırmam ile kendime gelmem bir oldu,bir bakmışım baba olmuşum herşey kötü bir halüsinasyonmuş,gerçek olan mina'nın gelişiymiş...hoş geldin.
baban...

17 Kasım 2008 Pazartesi

...

3 Michelin yıldızlı bir şefimiz ve bir lokantamız olacak
Serfiraz Ergun

11 Eylül Perşembe 2008
Milliyet Gazetesi
Yozgatlı işadamı Erdoğan Akdağ’ı Yozgat’ta tanımayan yoktur. İlkokulu ve ortaokulu Yozgat’ta okuduktan sonra Almanya’da yüksek makine mühendisliği diploması alan, üstüne üstlük ABD’nin ünlü Massachusetts Institute of Technology (MIT) okulundan da lisans üstü dereceyle Türkiye’ye dönen Erdoğan Akdağ, Yozgat’a adının içinde Yibitaş olan birçok fabrika kazandırdı. Yibitaş’ı bir çimento devi yapıp Lafarge’la evlendirdi. Ortaklık 2007’de Portekizli çimento şirketi Cimpor’a 535 milyon euro’ya satıldı.
Erdoğan Akdağ’ın oğlu Bahri Akdağ da şirketlerinin yönetimindeydi. Bahri Akdağ, Türkiye’ye ünlü restoran ve otel el kitabı Michelin Guide’dan 3 yıldızlı bir şefi Türkiye’ye getirmek üzere. 1949 Güney Tiroller doğumlu Alman-İtalyan Heinz Winkler 32 yaşında Michelin’den 3 yıldız almış bir şef. Bahri Akdağ, Winkler ile Bavyera Gölü kıyısında Chiemsee’deki Heinz Winkler’in Residenz’inde tanışmış. Bu Rezidenz’te Heinz Winkler sadece soslarıyla ünlü 3 yıldız yemeklerini sunmuyor, golf, sauna, spa, yüzme havuzu gibi olanaklar da sağlıyor. Heinz Winkler aynı zamanda Moskova’da Ritz-Carlton Otel’in içindeki Jeroboam Restoran’ın da şefi. İşte Bahri Akdağ da aynen Şef Heinz Winkler’in alışkın olduğu koşulları sağlayabi-lecek bir mekân bulduğunda önce İstanbul’un Avrupa yakasında sonra da Büyükada’da iki mekân açacak. Çağdaş Sanat bombardımanı Bu hafta içinde İstanbul sanat severleri Çağdaş Sanat’la yatıp kalktı. Geçen yıl Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul kampusundaki çok geniş kapsamlı muhteşem Modern ve Ötesi sergisi hızlandırılmış bir kurs gibiydi. Geçen sezon Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’nde Rene Block ve Melih Fereli danışmanlığında çağdaş sanatçılarımızın bireysel sergilerini de gezdik.
Yaz sıcaklarının hâlâ devam ettiği bu günlerde sanat dünyası yaz uykusundan uyanıp tek tek kapılarını açıyor. Borusan Holding, Beyoğlu Ayhan Işık Sokak’ta genç sanatçıların kendilerini anlatabilecekleri 5 katlı, Boğaz’a nazır teraslı bir binada Art Center’ını açtı. Borusan Kültür Sanat patroniçesi Zeynep Hamadi ile açılış akşamı Art Center’in kapısında sohbet ettik. Beyoğlu’ndaki Borusan Sanat Galerisi 2006’da kapandıktan sonra Çağdaş Sanat’ı devam ettirme fikrinin hiç akıllarından çıkmadığını söyledi. Ağabeyi Ahmet Kocabıyık geçen yıl bu binayı bulmuş, almış ve burayı Çağdaş Sanat’ı destekleyecek bir Art Center yapma isteğini söylemiş. Derhal yıkık dökük bu binanın restorasyonunu yapmışlar. İstanbul Modern’de Verbund koleksiyonu Verbund, EnerjiSA’nın Avusturyalı ortağı. 2004 yılında Çağdaş Sanat yapıtları toplamaya başlamış ve elinde epey bir koleksiyon birikmiş. İstanbul Modern’de salı akşamı bu geniş kapsamlı koleksiyonunu sergilemeye başladı; “Suyun Bir Arada Tuttuğu“... Hidro elektrik santralları yapıyorlar ya, ona bir gönderme olarak bir sanatçının yapıtını serginin de başlığı yapmışlar. Üç Türk’ün de yapıtı sergiye ilave edilmiş. Birincisi Nil Yalter, çoğumuzun tanıdığı Paris’te yaşayan bir sanatçımız. Türkiye’nin ilk video yerleştirmesi yapan sanatçısı. Diğerlerini ben tanımıyordum; Şener Özmen ve Cengiz Tekin.
Verbund’un sanat danışmanı Gabriele Schor bu sanatçıların Türklüğünden önce Kürtlüğünü öne çıkardı. Kulağıma gelene göre de Verbund’un bu son alımı siyasiymiş, sergiden sadece birkaç hafta önce Türkiye’de yapacağı yatırımlara uygun olarak satın alınmış. Yapıt bir video filmi. Courbet’in 1854’de yaptığı “Buluşma ya da İyi Günler Bay Courbet” adlı tablosuna gönderme var. Bu video yerleştirmesinde buluşma sahnesi Kürtçe olarak yeniden canlandırılıyor.

18 Ekim 2008 Cumartesi

İhraç fazlası sanat ihtiyacı



10 Ekim’de açılacak olan Outlet, Azra Tüzünoğlu’nun marifeti. Mekân, sıkışan güncel sanat ortamına bir yörünge kazandırma niyetinde.
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN


NİGAR AVŞAR (Arşivi)
Sanatın outlet’i olur mu?
Haftaya Tophane’de açılacak olan sanat üssü Outlet, bulunduğu mahalleyle soluk alırken, camianın kıyısında duran sanatçılara da hayat öpücüğü verecek. Söz, kurucu Azra Tüzünoğlu’nda...
Beyoğlu’ndan Fındıklı’ya inen yokuşlar sanatın güzergâhında önemli duraklar haline geldi ne zamandır; Fındıklı’da İstanbul Modern, Tophane’de Tütün Deposu, Karaköy’de Hafriyat derken, şimdi Tophane’yi kesen Boğazkesen Caddesi, ‘İhraç Fazlası Sanat’ altbaşlığındaki Outlet’e ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.Outlet, Radikal Cumartesi ve güncel sanat dergisi Art-ist’e yazdığı sanat kritikleriyle tanıdığımız Azra Tüzünoğlu’nun marifeti, aylarca süren meşakkatli bir çalışmanın ürünü. İddialı bir yapım Outlet; her şeyden önce sıkışan güncel sanat ortamına bir yörünge kazandırma, genç sanatçıyı, kıyıdaki sanat üretimini izleyiciyle buluşturma derdinde.10 Ekim’de kapılarını açacak mekân, sanatçı Merve Şendil’in Jean Luc Godard’ın ‘Alphaville’inden ödünç aldığı, ‘Normal Olmayı Reddediyorum!’dan hareket ediyor ve ilk serginin adını da aynen koyuyor: ‘Normal Olmayı Reddediyorum!’. Fikret Atay’ın ‘Theorists//Teorisyenler’, Bashir Borlakov’un ‘Hemşire’, Burak Delier’in ‘KontraAtak’, Servet Koçyiğit’in ‘Motherland’ ve ‘Shake It Till Drops’ ve Cengiz Tekin’in ‘Stratejik Analiz Dersleri’yle sergi 20 Kasım’a dek Outlet’te. Azra Tüzünoğlu’yla Outlet’in Tophane’deki macerasını, ezberi şaşan mahalleliyle tecrübeyi ve güncel sanatın ihtiyaçlarını konuştuk.
Outlet’in muradı ne?
Outlet, Türkiye’deki sanat ortamına bir canlılık kazandırma girişimi. Güncel sanat ortamının sıkıştığı bir alan var. O alanı genişletmek gerekiyor; tekelleşmiş yapılarla, kurumsallaşmış yerlerle değil de, daha küçük, parçalı, farklı işler yapacak insanlarla olacak bu dönüşüm. Burayı da öyle bir alan olarak kurgulama arzusundayım. Bizim niyetimiz, hem böyle yeni bir alan açacak, zemin üretecek bir oluşumu başlatmak, hem de sanatçılar için bir destek noktası olabilmek. Hem bir mahallede ürettiğini bilerek hem de illa bu mahalleye özgü üretimler yapma peşine de düşmeden, geniş düşünen, ama nerede olduğunu da bilen bir hareket alanı yaratmakla ilgileniyorum.
Sıkışan sanat alanından sıyrılıp kitlelere ulaşmak gibi bir niyetiniz olduğunu da okuduk. Kitle tahayyülünüz ne?
Elbette buraya sanatsever kitle gelecek. Onlara gelmeyin diyemeyiz, gelmeliler de. Sanatın o 200 kişilik cemaatinden daha geniş bir alana yayılmakla ilgileniyorum. Bu nasıl olacak? Bu sizin yaptığınız işle alakalı. Biz burada beş-altı aydır çalışıyoruz. Önce komşularla başlayan bir ilişkimiz oldu. Köşede kahvecimiz var, buraya ilk geldiğimizde gökten inmiş gibiydik. Henüz açılmamış olmamıza rağmen merak ediyorlar, yardım ediyorlar, sandalye taşınıyor, birlikte iş yapıyoruz... Böyle başladık; şimdi mesela öğrencilerle ilişki kurmakla ilgileniyoruz. Günümün önemli bir kısmını öğrencilerle konuşarak, yeni sanat yapan insanlarla yatay bağlantılar kurarak harcıyorum. Bunun da çok önemli geri dönüşleri olacağını düşünüyorum.
Outlet’in ihtiyaç belirlemek gibi bir gündemi var. Güncel sanat ortamının ihtiyaçları neler?
90’lardaki dert: Sanatçının burada varlığı yok gibiydi, sanat ihraç ediliyordu. Outlet’e ismini veren de bu. Tüm bu üretimler geri döndüğünde gösterilecek alanı da yoktu ya da çok dardı. Bir bienal vardı, az sayıda küratörün yaptığı sergilerde ya vardınız ya da yoktunuz veya tamamen dışarısındaydınız. Bir yandan da dışarıya doğru üretme meselesi nüksediyordu. 2000’lerde de büyük banka galerileri, müzelerin açılmaya başlamasıyla, daha oturaklı, bürokratik kuralları olan ve büyük sermayenin yönlendirdiği mekânlar ve sergiler açıldı. 90’larda sanatçılar arasında birlikte hareket etmek varken, 2000’lerde bu çözüldü ve daha bireysel bir sanatçı profili ortaya çıkmaya başladı. Şimdi de star sanatçılara doğru gittiğimiz bir dönemdeyiz. İki kutup var: Birincisi, kurumsal-ağır işleyen mekânlar, ikinci kutup inisiyatifler, küçük oluşumlar... İki kutup arasında derin uçurumlar var ve ara alanlarımız az, enstitüler, galeriler yok. Sürekli üretim yapan, yeninin peşinde koşan ve bunları izleyiciyle buluşturmayı dert eden alanlar boş...
Güncel sanat izleyicisinin profili ne? Kim bu izleyici?
Herkes olabilir. Güncel sanat güncel olanla, tam da sokaktakinin derdiyle, politikayla, ekonomiyle ilgileniyor. Yeni medyayı da kullanıyor. Bütün bunların anlaşılmaması abesle iştigal. Bu fazlasıyla karşılaşmakla alakalı. Daha fazla noktada karşılaşılırsa iletişim kurulmaya başlayacak. İnsanın ilgisi şöyle uyanıyor: Önce bir şeyleri görüyorsun, anlamasan da gördüğün şeyle başlıyorsun, sonra o gördüklerinle aynı aileden farklı şeyleri o kadar çok görmeye başlıyorsun ki, ‘Bu ne’ diye soruyorsun. Ondan sonra anlam, etki, tepki, zevk, bilgi ilişkisi başlıyor. Yaygınlaştırmakla ilgisi var. Dolayısıyla bu konuda umutsuz değilim.
Outlet’in Tophane’de açılması bu anlamda önemli bir tercih, öyle mi?
Bu sadece sanatçıyla, galeriyle ya da müzeyle ilgili değil, aynı zamanda izleyiciyle de ilgili. Önce arzunun oluşması gerekiyor. Bu istek paraşütle de inmez kimseye. Ya sanatçı, ya sergi, ya konu, ya enerji bilemiyorum, bir şey yakalayacak, çekip kolundan bakmaya zorlayacak. Bunun yollarını da deneyeceğiz. İlk sergide Fikret Atay’ın işini gösteriyoruz: Mardin’le Batman arasında bir yaz Kur’an kursundaki ezber yapan insanlar var videoda. Sahne şu: Bir büyük salon, herkesin ayakları çıplak, zaten ayak hizasından çekilmiş görüntüler, sadece gövdeleri gözüküyor ve insanlar aşağı yukarı, ellerindeki Kur’an fasikülleriyle yürüyüp ezber yapıyor... Bu işi izlerken karşısında duramıyorsun. O videonun karşısında yüzleşmek, ne hissettiğinin hesabını vermek zorundasın. 1 Mayıs 2008’de çekilmiş... Ben defalarca izledim, bütün bu çevrenin entelektüelleri de izleyecek, ama bu sokakta Kadiriler Tarikatı yaşıyor. Onlar da başka türlü bakacaklar. Ama sonuçta aynı videoyu izleyeceğiz! En önemli işim onları içeri sokmak. İşte geniş kitleler için bir adım.
Altı ay öncesine kadar Tophane sizin için nasıl bir yerdi?
Tophane bildiğim bir yer değildi. Tütün Deposu’na, bu yokuştan inip İstanbul Modern’e, Karaköy Hafriyat’a gidip geliyorduk. Ama burada olduğun zaman burasının bir mahalle olduğunu görüyorsun. Beyoğlu’ndan da izole bir yer. Burada başka bir hayat var, birçok insanın İstiklal Caddesi’yle hiçbir ilişkisi yok. Homojen bir yapısı da yok. Çok farklı gruplar, etnik kökenleri farklı insanlar yaşıyor. Yavaş yavaş da değişiyor. Beyoğlu’na bu kadar yakın olup, bu kadar ucuz olan ve aynı zamanda mutenalaşmamış bir yer Tophane...
Azra Hanım’dan ‘Abla’ya geçtiniz mi mahallede?!
Abla durumu var tabii! Buradaki insanlara benzemiyorsun ama ablasın işte... Bir gün mahalleli kızlar asistanımı görmeye geldiler! Asistanım sarışın, mavi gözlü, 1.85 boyunda; pembe tişört giyip kısa şortuyla çalışan genç bir erkek. Kızlar hayretle pembe tişörte bakıyorlar. Kodlar bozuldu, ezberleri şaştı. Bir erkek pembe tişört giyiyor, ama babası, abisi giymiyor... Olabildiğince onları rahatsız etmeden çalışmak, diğer yandan kendim olarak kalma niyetindeyim. Açılışı eylülde yapacakken, Ramazan diye 10 Ekim’e erteledik. İçki verdiğimiz zaman mahallelinin rahatsız olmasını istemedim. Onlara saygısızlık etmiş olurduk...

14 Ekim 2008 Salı

The National

Bridge over troubled water
Last Updated: October 02. 2008 2:57PM UAE / October 2. 2008 10:57AM GMT
Detail from Cindy Sherman's Untitled FIlm Still #17, currently on display at Istanbul Modern's Held Together With Water. Courtesy Cindy Sherman / Metro Pictures
As Istanbul Modern prepares to turn four, a new show finds it coming into its own. Kaelen Wilson-Goldie reports.
A city of 15 million people splayed over the joint between Europe and Asia, Istanbul boasts a thriving art scene replete with commercial galleries, public institutions, private museums, studios, residency programs, project spaces and a handful of serious art stars such as Kutlug Ataman and Haluk Akakçe. The international art world has deigned to recognise the city since 1987, when the Istanbul Biennial was born. Nonetheless and however absurd, Istanbul is still regarded as peripheral to the art world’s centres in Europe and North America. Among artists and curators, anxieties over occidental versus oriental influence persist. The exhibition Held Together with Water, on view at the Istanbul Museum of Modern Art until January 11, features two videos that confront these anxieties head on.
The first piece is Nil Yalter’s 1974 video La Femme sans tete ou la danse du Ventre (The Headless Woman or the Belly Dance). A groundbreaking work by a Turkish artist who was born in Cairo and has been based in Paris since the 1960s (a columnist for Turkey’s Today’s Zaman newspaper recently likened her art to a national treasure fit for the official archives), the piece frames the artist’s bare midriff as she uses a felt-tip pen to write passages from a text on eroticism in winding circles around her navel. When her skin is all but covered in ink, she begins to dance, oriental style, cleverly collapsing a set of competing clichés about the drive for women’s sexual liberation (in the West) and the desire for old-school exotic seduction (in the East).
The second piece is Sener Özmen and Cengiz Tekin’s uproarious 2004 video The Meeting or Bonjour Monsieur Courbet. Deliciously irreverent, the work presents three men who meet in a wasted rural landscape, insult one another and, in a final crescendo, exchange blows over ludicrous claims about realism, revolutionaries and the bourgeoisie. While Yalter’s piece skewers the feminine mystique, Özmen and Tekin’s playfully ridicules masculinity. Yet both works strike an important chord that situates the exhibition in a specific place and time.
Detail from Francesca Woodman’s Untitled (Providence, Rhode Island, 1975-1976/1997-2000). Courtesy George and Betty Woodman
Istanbul Modern, as the museum is widely known, turns four in December. It opened its doors to much fanfare in late 2004, when its inauguration was politically fast-tracked to coincide with the announcement that summit talks would soon take place on Turkey’s European Union membership bid. (Recip Tayyip Erdogan, the country’s prime minister, addressed the press amid the white walls of the newly minted museum.) Istanbul Modern is in many ways regarded today as a showcase for Turkey’s European ambitions, though it is notably not a state institution.
Many of Istanbul’s museums and art spaces are private initiatives backed by major banks – such as the Platform Garanti Contemporary Art Center and the Yapi Kredi Kazim Taskent Sanat Galerisi. Others are financed by corporations, holding companies or the estates of business tycoons – such as the Pera Museum (funded by the Koç family) and the Sakip Sabanci Museum (which organised Picasso in Istanbul, a 2005 exhibition billed as the first of its kind for a western artist in Turkey, and is currently hosting a blockbuster show on Salvador Dalí).
Istanbul Modern is inextricably linked to the Eczacibasi family, industrialists and cultural philanthropists who in 1973 established the Istanbul Foundational for Culture and Arts. In addition to Istanbul Modern, the foundation oversees the Istanbul Biennial, several jazz, film and theatre festivals and a series of smaller, more intimate cultural events. The Eczacibasi family prised Istanbul Modern’s venue from the state – a boxy, 8,000 square metre space in a former customs warehouse that edges the bustling Bosporus. But it financed thebuilding’s $5 million (Dh18.3m) renovation alone.
Though Istanbul’s relationship to other cities in the Middle East is far from straightforward, the museum is an interesting case study for arts initiatives emerging elsewhere in the region. The current exhibition – which is bolstered by an enjoyable if fairly lightweight photography show (Human Conditions, featuring the Turkish artists Sitki Kösemen, Süreyya Yilmaz Dernek and Ergün Turan), a weightier video program (The City Rises, pairing the Turkish video artists Ali Kazma and Fikret Atay with vintage works by the Polish artist Zbig Rybczynski) and a film series dedicated to Tilda Swinton – is an opportunity to assess its achievements.
Held Together with Water features 116 works by 39 artists and retrieves much of its material from the vault that was 1970s feminism. There are examples of body art, performance art, video art and a slew of gender-bending experiments in which women photograph themselves as men and vice versa. There are rarely-shown works by well-known artists such as Cindy Sherman, Valie Export, Suzy Lake and Eleanor Antin alongside masterpieces by less-known artists such as Birgit Jürgenssen and Francesca Woodman.
Held Together with Water offers a glimpse of Cindy Sherman’s early efforts, such as the 16-milometer silent film Doll Clothes and several photographic series made before the artist’s landmark Untitled Film Stills. It sets feminist art in context rather than considering it in isolation. Named for a floor sculpture by Lawrence Weiner that is skillfully installed at the entrance to the show, Held Together with Water balances a certain intellectual austerity (Bernd and Hilla Becher, Gordon Matta-Clark, Fred Sandback) with a lightness of touch (a nine-channel video of Francis Alÿs tumbling over a stray dog in Mexico City) and subversive street cred (Nan Goldin’s gritty imagery, David Wojnarowicz’s Arthur Rimbaud in New York series).
The exhibition ponders the ways in which feminists, conceptualists and urban interventionists all broke with traditional methods of art-making such as painting and sculpting. It considers how these cracks and fractures extend from the 1970s to the present day. And it explores the critical turns that photography in particular has taken over nearly four decades.
Still, it is worth noting that Held Together with Water is as much a corporate merger as an artistic enterprise. All of the works in the show come from a collection that was established by Austria’s leading electricity company, Verbund, in 2004 (Philipp Kaiser of the Museum of Contemporary Art in Los Angeles and Marc-Olivier Wahler from Paris’ Palais de Tokyo sit on the Verbund collection’s board of advisors). Last year, Verbund entered into a joint venture with Turkey’s Sabanci Holding, and each company now holds a 50 per cent stake in EnerjiSA, which aims to acquire a ten per cent share in the Turkish electricity sector and hopes to be a player in a privatization process. So Held Together with Water, which represents the first public presentation of the Verbund collection outside of Austria, may be most cynically viewed as a signing bonus. This could be seen as cause for lamentation over the insidious intermingling of commerce and culture, but the collection is too strong for that. More generously, the exhibition might be a model for private sector involvement in the arts.
Levent Çalikoglu, Istanbul Modern’s chief curator, writes rather passionately in the exhibition catalogue about how Held Together with Water epitomises the museum’s mission, which is to promote Turkish modern art, introduce Turkey to contemporary international art and forge meaningful links between the two. Istanbul Modern’s previous exhibitions, eclectic to say the least, haven’t always been so effective. But it seems that the museum is somehow, somewhat, on the right track.
Recent changes in the creative and administrative staff, however, raise a few red flags. When Istanbul Modern first opened, Rosa Martinez was the museum’s chief curator. She organised 16 exhibitions in three years. A Spanish curator with considerable art world clout – she has organised countless high-profile biennials from Sao Paulo to Venice – Martinez has been heavily involved in Istanbul’s contemporary art scene since the late 1990s. In 2007, David Elliott, a British curator who held previous posts at Modern Art Oxford and the Mori Art Museum in Tokyo – joined her as Istanbul Modern’s new director. In interviews, he outlined a vision for the museum over a three-year tenure. But by the end of last year, both Martinez and Elliott were gone. Elliott reportedly resigned over a dispute with Oya Eczacibasi regarding the permanent collection (Oya Eczacibasi chairs Istanbul Modern’s board of directors, and a substantial portion of the museum’s permanent collection was donated, of course, by the Eczacibasi family). Now Elliott is on deck to curate the next Sydney Biennale. Istanbul Modern, meanwhile, has no director.

6 Ekim 2008 Pazartesi

outlet/İhraç Fazlası Sanat 10 Ekim de açılıyor..

Outlet, sosyal ve kültürel adaletsizliğin bunca derinleştiği bir ortam/zamanda, lüks olarak görülen sanatı, kitlelerle buluşturma girişimidir. Outlet; müzeler, enstitüler, banka galerileri, kurumlar arasında giderek sıkışan sanat ortamı için bir nefes alma alanı yaratmayı ve yenilikçi, risk alabilen projeler gerçekleştirmeyi hedefler. Outlet; farklı ülke ve kuşaklardan sanatçıların; farklı teknik, üslup ve ifade biçimleriyle ürettikleri yapıtlarını kamuyla paylaşmayı dert eder. Hem galeri hem de non-profit bir mekan olarak işleyecek olan proje; yayın, eğitim, arşiv, sanat ve koleksiyon danışmanlığı bölümleriyle geniş bir faaliyet alanına sahiptir. Outlet; içinde bulunduğu alanın ihtiyaçlarına yanıt vermekten ziyade, ihtiyacı belirlemek ve dönüştürmekle ilgilenir. Bu anlamda değeri vaktinde anlaşılmamış, üretim kalitesi-dili açısından üstün ama çeşitli koşullar sebebiyle değer bulamamış üretimleri sergilemeyi-paylaşmayı dert edinir. Türkiye güncel sanat ortamına canlılık kazandırma girişimi olarak kurgulanan mekan, galerisi olan küçük bir sanatçı azınlığın ötesinde, çokça üreten ve yapıtlarını paylaşma olanağı bulamayan sanatçıların yanında olmayı hedefler. Sanatçının da kendini ait hissedebileceği bir alan yaratmanın derdinde olan esnek bir yapı kurmayı amaçlar. Bu anlamda Outlet bir galeri değil, galeri ironisidir. Outlet; İstanbul’un sanat haritasında Beyoğlu’ndan Fındıklı’ya inen aksın, “sanat yürüyüş alanı” olmasında dönüştürücü bir rol üstlenmeye adaydır. 3 kata yayılan sergileme alanıyla Outlet, merkeze çokça yakın olmasına karşın, Beyoğlu’yla neredeyse hiç bağlantı kurmayan Tophane’nin; sanatla yakınlaşmasında belirleyici alanlardan olacak. Sanatın gündemini takip etmek isteyenlerin yeni adresi Outlet, büyük bir sermaye desteği olmadan, bireysel çabalar ve Canan Pak, AYK, MAS Matbaası, Koyuncu Bilgisayar, The Point Otel, Beck’s, Netcopy Center ve Derin Design’ın sponsorluğuyla Azra Tüzünoğlu tarafından yürütülmektedir.


OUTLET of Contemporary Art opens its doors on October 10th 2008!
Outlet is an attempt to bring art, regarded as a luxury commodity, to the masses in a time and space where social and cultural inequity is deeply entrenched. Outlet aims to create a recreation area or a breathing place, for the art milieu captured by museums, institutions, bank galleries and intends to actualize innovative and risk-taking projects. Outlet’s concern is to share the works of artists from different countries and generations, produced with different art techniques, styles and forms of expression. The project will function both as a gallery and a non-profit organization and has a broad connection to publication and education means, as well as to artists’ archives and consultancy for art collections. Outlet is concerned with determining and converting the needs of the art milieu rather than fitting into it. In this sense, it is concerned with remarkable art works that are perhaps not appreciated in their time and those which attract attention in terms of quality of production and expression, but are ignored in some circumstances. Outlet is conceived as an attempt to revitalize the contemporary artistic milieu in Istanbul and aims to support prolific artists who rarely have the chance to show their works. Outlet will foster an atmosphere in which the artist can feel at ease in a flexible structure. In this sense, Outlet is not a gallery; but is a sheer irony! Outlet is the brand new address for those who are interested in the current / contemporary art agenda and is run by Azra Tüzünoğlu, with the contribution of individual efforts and the sponsorship of Canan Pak, AYK, MAS Printing House, Koyuncu Computer, The Point Hotel, Beck’s, Coca Cola, Netcopy Center and Derin Design. Outlet//Export Surplus ArtTuesday-Saturday: 10:00-18:00, Closed on Mondays, Sundays (from October 10th)Boğazkesen CaddesiKadirler Yokuşu No:69Tophane-Istanbul

outlet açılıyor...


25 Eylül 2008 Perşembe

-Türkiye'de sanat çok politik -Başka türlü nasıl olabilir ki?




Türkiye'de sanat çok politik -Başka türlü nasıl olabilir ki?

FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜNSantralistanbul'daki 'Transfer' ekibinin Türk güncel sanatına dair izlenimleri farklı. Alman sanatçılar, işlerin çok politik olduğu görüşünde birleşirken Türk sanatçıların cevabı 'Başka nasıl olacak ki? Kişisel hikâyelerimize gelene kadar bir sürü sorun var' diyor
18/12/2007 (1081 kişi okudu)
JÜLİDE KARAHAN (Arşivi)İSTANBUL - İki yaşında Alman bir kız çocuğu kırmızı puanlı şapkasıyla İstanbul'da bir otobüste oturuyor. Annesi diğer çocuklarıyla uğraşırken şapkayı göz ucuyla izlemekte. Bir süre sonra kızına kardeşleriyle birlikte inmesini söylerken fark ediyor ki şapkanın altındaki çocuk başka. Kendi kızını ancak aylar sonra bulabiliyor. Almanya'da kulaktan kulağa dolaşan bu hikâyeyi bize aktaran Alman sanatçı Tatjana Doll, "Var mı bunun ötesi?" diyor ve ekliyor: "Almanya'da hangi harften sonra hangisinin geleceği bellidir. Ama burası çok olasılıklı." Doll, Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Kültür Sekreterliği'nin 1990'dan beri iki yılda bir başka bir ülkeyle düzenlediği 'Transfer: Uluslararası Sanat ve Sanatçı Değişim Programı' katılımcılarından biri. 2005 Aralık ayında uluslararası bir jürinin 14 kişiyi davet etmesiyle başlayan proje, Türk sanatçıların Almanya'nın Aachen, Bochum ve Münster kentlerini; Alman sanatçıların da İstanbul, Diyarbakır, İzmir Eskişehir ve Ankara'yı ziyaretleriyle devam etmiş. Bunca zaman ve mekân değişikliğinden bir sürü hikâye kalmış geriye. Türkiye'deki proje ortağı Santralistanbul'daki 'Transfer' isimli sergi, bu hikâyelerden izler taşıyor. Bu izlerin yetmediği yerlere de sanatçıların izlenimleri yetişti. Heike Weber: Bir değişim programı çerçevesinde iki aylığına Türkiye'ye gelmekten korkuyordum ilk başta. Türkiye, geleneksel ile modern değerler arasında kalmış, AB üyeliği adaylığında ısrar eden, bir o kadar da İslam kültüründe ısrar eden yabancı bir ülke. Demokrasisi kırılgan. Ama geldikten sonra dönmek istemedim geriye. Sanat ortamına gelince, üretimler çok politik. Bize karşı şöyle suçlamalar oldu mesela: "Sanatçı mısınız? Sanat yapamayacak kadar tuzunuz kuru sizin." Sanat yapmak için acı çekilmeli diye genel bir kanı var sanırım. Anja Jensen: Türk sanatçılar çok politik işler yapıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bizde de politik işler öne çıkmıştı. Ama sonraki kuşaklar daha global işlerle uğraştı. Türk güncel sanatında da böyle bir değişim olacaktır mutlaka. Şener Özmen: Alman sanatçılar haklı. Türkiye'de işler daha politik. Ama başka türlü nasıl olacak ki. İki kültürü, iki kültürün sanatsal pratiklerini karşı karşıya koyduğunuzda uçurumu görüyorsunuz zaten. Türkiye'deki sanatçı özellikle 90 sonrası belirginleşen bir tavırla ironi, eleştiri ve provokasyon çıkışlı işler üretmeyi kendine görev bildi. Politik işler üretmek bir tavır, bir konumlanma burada. Sanat, fazladan bir nefes borusu açılması demek bizim için. Hakikaten nefes darlığı çekiyoruz ve yeni soluk borularına ihtiyacımız var. Eva-Maria Kollischan: Türkiye, Almanya'dan göründüğünden çok daha farklı. Zengin ve yaşayan bir güncel sanat ortamı var. Politik ve medyaya yönelik işler öne çıkıyor ama tüm üretimi bu şekilde sınırlayamayız. Çok farklı işler de yapılıyor. Ferhat Özgür: Almanya'da güncel sanatın her türlü eylemini kucaklayan, sahiplenen, gösteren ve tetikleyen verimli bir ortam var. Bu, sanatçılara cesaret veriyor. Her türlü eğilimin yeri var orada. Bizdeki güncel sanat ortamı çok zengin ve dinamik ama ne yazık ki bunları gösterebilecek olanaklardan yoksunuz. Türk güncel sanatının politik diye yerel bir etikete tabi tutulmasına karşıyım. Sanatçı, yaşadığı yerden beslenir. Coğrafya sorunluysa bu, işe de siner. Yeni kuşak daha politik olmaya başladı, bu yadsınamaz bir gerçek ama bu yönelim de bir ihtiyaçtan doğuyor aslında. Politik olmaktan yıllarca çekinildikten sonra normal bence. Stephan Mörsch: Türk güncel sanatı sadece politik sorunlarla ilgilenmiyor aslında. Medyaya yansıyan, dolayısıyla bilinen işler öyle. Türkiye'de bir strateji bu. Politik işler yaparak ünlü olmak çok kolay burada. Yeterince küratör ve yer yok Türkiye'de. Eğer daha çok imkân olsa ve küratörler birbirleriyle didişmeyi bıraksa Türk güncel sanatı daha da gelişecek. Bence asıl problem bu. Cengiz Tekin: Avrupa'da her şey o kadar rutin ki, hayatın kendisi değil de belgeseli sanki yaşanan. Sanatçılar da daha kişisel hikâyelerle uğraşıyorlar. Biz Türkiye'de kaostan besleniyoruz, biraz filozof gibi davranıyoruz. Toplumsal olaylara değiniyoruz, çünkü sorun var. Bir de sanatın bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz; umutluyuz yani hâlâ.

23 Eylül 2008 Salı

14 Eylül 2008 Pazar

13 Eylül 2008 Cumartesi

Two new exhibitions at İstanbul Museum of Modern Art

One of the exhibitions, "Held Together with Water," brings together the most prominent artists who have influenced the current atmosphere of contemporary art and young artists. The exhibition presents a special selection of works from the collection of Verbund, Austria's leading electricity company. The collection, showcased for the first time outside of Austria, features 116 works from 39 artists, including Cindy Sherman, Gordon Matta-Clark, Jeff Wall, Fred Sandback, Nil Yalter, Şener Özmen and Cengiz Tekin, with a rich variety ranging from sculptures to photographs, film and video and from slides to sound installations.The exhibition, scheduled to run until Jan. 11, shows female and male contemporary artists abandoning painting and turning to new forms of expression, including photography, video and installations. The show's first theme, "Performance," reflects a process starting in the 1970s, when artists were discovering their own bodies, thinking about identity and moving toward feminist rebellion. The second theme, "Spaces/Places," explores the possibility of spaces being demolished and reconstructed by artists focusing on the interaction between art and space.Speaking at a press conference at the museum on Tuesday, Gabriele Scor, the director of the Verbund collection, said the collection brings together many movements from the period between the 1970s and today and juxtaposes older works with more recent trends in contemporary art. He explained that it is trying to create a dialogue between these different periods. The chief curator of the İstanbul Museum of Modern Art, Levent Çalıkoğlu, said this show brings together both legendary artists and young international names. Many of them will be seen by viewers in Turkey for the first time. "This collection, with its special pieces, may constitute a positive example and may act as a guide to the contemporary art collection trend currently being formed in Turkey," he stated.The other exhibition, titled "Human Conditions," consists of photographs by Ergün Turan, Süreyya Yılmaz Dernek and Sıtkı Kösemen. On one wall there are pictures by Turan and Dernek of passers-by on the street, while on the other wall Kösemen's photographs show people "playing dead." The exhibition, with a total of 52 photographs from the two projects, will run until Jan. 25.For four years Turan and Dernek have been photographing people passing through the streets in various districts of İstanbul. These works are juxtaposed with Kösemen's "playing dead" series. Pointing out that the media is full of news about murder and death every day, Köşemen emphasizes that the people in his photographs are in a sense protesting the war, death and pain in the world by feigning death.According to the curator, Engin Özendes, the show may give the impression of being two different exhibitions. But she stresses that the content of the photographs is tightly intertwined, saying, "The difference is only in the styles of the artists."Apart from these two exhibitions, İstanbul Modern is also currently hosting works by three international artists in its nine-video program, titled "The City Rises." Curated by Paolo Colombo, the collection, featuring works by Zbig Rybczynski, Ali Kazma and Fikret Atay, offers the viewer a particular vision of urban life today, distant from the optimism of Futurism, yet equally mesmerizing. The program will be hosted until Jan. 11.
todays zaman.

2 Eylül 2008 Salı

28 Ağustos 2008 Perşembe

What about Power Relations?


Prizorišče / Venue: Galerija Vžigalica – galerija Mestnega muzeja Ljubljana in Galerija Škuc, Ljubljana, 16. september – 30. september / Vžigalica Gallery – Gallery of City Museum of Ljubljana, 16th September – 30th SeptemberOtvoritev / Opening: Torek, 16. september, 19.00 Galerija Škuc, Ljubljana; 20.00 Galerija Vžigalica – galerija Mestnega muzeja Ljubljana / Tuesday 16th of September, 7 pm, Škuc Gallery, Ljubljana, 8 pm, Vžigalica Gallery – Gallery of City Museum of LjubljanaProdukcija / Production: Festival Ex Ponto (Kulturno društvo B-51, Ljubljana (Slovenija) / ( Ex Ponto Festival ( B-51 Cultural Society), Ljubljana (Slovenia)Soprodukcija / Coproduction: Galerija Škuc, Ljubljana in Mestni muzej Ljubljana (Slovenija) / Škuc Gallery and City Museum of Ljubljana (Slovenia)
Avtorica projekta / Project's author: Mara VujićKonceptualna zasnova in koordinacija / Conceptual design and coordination: Martina Vovk, Alenka Gregorič, Tevž Logar, Mara Vujić (Slovenija / Slovenia), Vanja Žanko & Mihaela Richter (Hrvaška / Croatia), Yane Calovski (Makedonija / Macedonia)Sodelujoči umetniki / Participating artists: Irwin, Franc Purg (Slovenija / Slovenia), Igor Eškinja, Zlatko Kopljar, Nemanja Cvijanović (Hrvaška / Croatia), Vladimir Nikolić (Srbija / Serbia), Alban Muja, Jakup Ferri & Driton Hajredini & Lulzim Zeqiri (Kosovo), Veso Sovilj (Bosna in Hercegovina / Bosnia & Herzegovina), Inga Zimprich & Ingela Johansson (Nemčija / Germany & Švedska / Sweden), Uwe Laysiepen – Ulay (Nizozemska / Holland), Şener Özmen & Cengiz Tekin (Turčija / Turkey)

18 Ağustos 2008 Pazartesi

14 Ağustos 2008 Perşembe

22 Haziran 2008 Pazar

Sanatçının Sözde Portresi

Sanatçının Sözde Portresi Diyarbakır Sanat Merkezi yeni yılın ilk sergisini Diyarbakır’da yaşayan ve üreten güncel sanatçı Cengiz Tekin’in “Sanatçının Sözde Portresi” başlıklı güncel sanat sergisine ev sahipliği yaparak gerçekleştiriyor.

1977 yılında Diyarbakır’da doğan sanatçı, ağırlığı fotoğraf alanında olmak üzere, video ve performans alanlarında da üretimler yapıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok güncel sanat sergisine 2003’ten bu yana Diyarbakır’dan katılım sağlayan Cengiz Tekin, fotoğraf çalışmalarında travma sonrasının mahrem ve yarı-açık mekânlarında gizli, saklı, örtük “ruh ve beden halleri” üzerinden ironik-eleştirel imgeler, kurgular, kırılmalar ve göndermeler inşa ediyor. Çalışmalarının merkezine yerleşen “mizahi” referanslar, “kayıt-dışı” yaşam ve sanat pratikleriyle birleştiğinde, ortaya “gerçek-dışı”, bununla birlikte “absürd” sayılabilecek sahneler çıkıyor, ancak bu gerçek-dışı’lık ve absürdlük ilişkilenmeleri, Nietzcshe’nin ajitatif balyozu gibi, eline geçirdiği her şeye (toplum, iktidar, yerellik, sanat, bu-oluş, şu-oluş vs.) iniyor; vurup, dağıtıyor epeydir aydınlatmayan fanusları. “Sanatçının Sözde Portresi”, Şener Özmen’in küratörlüğünde gerçekleşiyor bu aynı zamanda Cengiz Tekin’in Diyarbakır’daki ilk kişisel sergisi.

Yer aldığı sergilerden seçmeler:

2003- 2th Performance Days, Babylon, KV Istanbul, Bilgi Atolye, Istanbul, Turkey
2003- I Am Too Sad To Kill You!, Proje4L Istanbul Museum of Contemporary Art, Istanbul, Turkey, Cur:Halil Altindere
2003- In Den Schluchten des Balkan, Kunsthalle Fridericianum, Kassel, Germany, Curated By René Block
2003- U-Topos, Tirana Biennale-2, National Museum of History, Tirana, Albania
2003- The Force Of Language, Keciburcu, Diyarbakir, Turkey, Curated By Ali Akay
2004- Love It or Leave It/Cetinje Biennial V, Cetinje-Dubrovnik-Tirana, National Museum of Cetinje, Montenegro
2005- Etrangeté en soi: Unheimlich, Apollonia, Strasbourg, France, Curated by: Ali Akay, Dimitri Konstantinidis
2005- Etrangeté en soi: Unheimlich, Akbank Culture and Arts Centre, Istanbul, Turkey. Curated by: Ali Akay
2006- TRANSFER VIDEO-ART, Kultur-Magazin Lothringen, Bochum, Germany
2006- RADIKAL ART, Curators: Ovul Durmusoglu/Cem Erciyes, Istanbul
2006-Territories of Duration, Karsi Sanat, Istanbul
2007- TRANSFER-NRW 2005-2007, Ludwig Forum für Internationale Kunst, Aachen, Germany
TRANSFER-NRW 2005-2007, Museum Bochum, Germany
TRANSFER-NRW 2005-2007, Ausstellungshalle zeitgenössische Kunst Münster, Germany
TRANSFER-NRW 2005-2007, Santral Istanbul, Istanbul, Curated By: Emre Baykal&Basak Doga Temur

Ve Cengiz Tekin
Aşağıdaki metinler, Şener Özmen’in Cengiz Tekin’in çalışmalarına yoğunlaşmış, kimi bölümleri çeşitli dergi, kitap ve kataloglarda yer almış okumalarından seçildi.

Cengiz Tekin’in, Under The Beach: The Pavement [Plajın Altında: Kaldırım Taşları] sergisindeki “Çek-Sanat Mafyasına Hayır!” adlı duvar yazısı, ‘kuşaklararası hiyerarşi’ yi, İstanbul merkezli sanatçı cemaatleri, cemaatlerarası ilişkiler, çağdaş sanatın dolaşım stratejileri, paranoid rekabet, akademik ve kurumsal zorbalık ve gittikçe derinleşen “kent despotizmi” üzerinden yoklayan/heyecanlandıran bir çalışma olarak karşımıza çıktı. Bu türden bir savsöz ve/veya yaklaşım, kentsel varlığın gülme duygusunu tetikleyebilir, dahası, çağdaş sanatın mafyan bir yapılanmaya doğru kaydığı yolundaki komplo teorilerini akla getirebilirdi. Bu türden bir savsöz, kent-dışı -ciddi seviyelerde dışlanmışlık duygusuyla birlikte gelen- sanatsal üretimin ideolojik komplikasyonu olarak görülebilir ve sırf bu nedenden ötürü, sezgisel karşı duruşu [uyarı mahiyetindeki alaysı protestosu] alelacele eleştirilebilirdi. Çek Sanat Mafyasına Hayır!, kendi dışını [Diyarbakır] -karşıtını değil!- yaratan bir İstanbul’a mı gönderiyordu? Küratörün -erkin- İstanbullaştığı bir duruma mı? Bu da mümkün...

Under The Beach: The Pavement, sergi dışı kalmış -kötülerin elendiği- işlerden örülü bir başka sergiyi doğurduğunda [Kötüyüm ve Gurur Duyuyorum] , Cengiz Tekin, koca bir saksıyı kucaklamış kendi imgesiyle -kırsal poz hassasiyeti veyahut üçüncü dereceden melankolik modellik, daha ileride tarıma dayalı yerleşim bölgelerinde doğayla ve elbette toprakla ve tabii ki coğrafyayla ilişkisi bağlamında çiçek ve otla birlikte görüntülenme ânı, çerçeveye insaniyet namına bir şeyler eklemleme, bu öğenin Doğu’da kadın imgesinin yerini tutması/alması; saksı-kadın, çiçek-kadın, ot-kadın, ağaç-kadın, güzelliğin, kırılganlığın, masumiyetin ve becerilmiş masumiyetin tezahürü-, bir hayli komik olma yolundaydı. Kitsch, bu oto portrenin, bir sanat yapıtı olarak şekillenmesiydi; fotoğrafın arka planını oluşturan bulutumsu, eter kıvamındaki pembemsi kümeler, üstüne bastığı alçıdan platformu kirletmemek için çıkarılmış tek ayakkabı, bir kod olarak çorap, uyumlu olduğuna kanaat getirilmiş giysiler; ceket, gömlek, kravat, pantolon, saksıyı incelikle kavramış kol ve parmakların kadınsı kıvraklığı, tüm bu kırsal gerilimin müthiş bir “duruş” olarak örgütlenmesi, kitsch’ten öte bir gönderme hâlinin çözgü iplerini ele veriyordu. Otoportre’yi [2002], Seni Öldüreceğim İçin Üzgünüm sergisindeki Sanatçının Sözde Portresi [2003] izleyecek, bu kez, poşuyla, resmi söylem hattında gidimli bir ilişki kurulacaktı. Politik ve etnik yanlılığın en kaba göstergesi olarak poşu, Sanatçının Sözde Portresi’nde, sadece gözleri dışarıda bırakacak kadar başı ve boynu örtecek şekilde sarılacak -poşunun türlü sarış biçimlerinden ideolojik çıkarımlar yapmanın mümkün olduğu anımsatılmalı-, “Foto Sentez, Diyarbakır” logosuyla da, kaynağın ne tür bir kişisel, ulusal ve tarihsel yazgıdan geldiği görülecekti. Kuşkusuz, bu kaygılı ve ürkekçe politik içe bakışın ironik yansımalarına yine politik bağlamlar üzerinden bağlayabileceğim bir dizi çalışması var Cengiz Tekin’in.

Sanatçının, 2003’te ürettiği İsimsiz adlı fotoğraf yerleştirmeleri, evvelce yaşadığı ve ürettiği bölgelerden derleyip, topladığı yerleşik hayat düzenlemelerinden çıkıyordu. Kerpiç gibi dizilmiş -olası bir akraba, eş, dost ziyareti düşünülerek veyahut bir gece yarısı apansız damlayan bir grup silahlı adamın yatıya kalmayı planladığı, ev ahalisinin sayıca çokluğu vs., kısacası uyuma faslına fazlasıyla karşılık verecek bir düzenekten söz ediyorum- onlarca yorgan, yastık ve döşek arasında, bir yorgan, bir yastık ve bir döşeğin devinimsizliğine öykünen yeni bir Cengiz Tekin imgesiyle karşılaşıyorduk. Yerleştirmeler, ağır yorganlar altında uykunun nasıl ve nereden beslendiğini, gizlenme ve kamuflaj pratikleri üzerinden, yorgan, yastık ve döşeklerin o çok renkli, bir yan okumayla liberal ve elbette demokratik görünümleri altında sıkışan bireye atıfta bulunuyordu. Çok renkliliğin, çok renkli hayatlara göndermediği kesin olarak anlaşılmalıydı. Siyahlar ve beyazlar dışında farklı bir tercih şansının olmadığı, orta yolun devrim karşıtlığıyla eşdeğer görüldüğü aşırı siyasallaşmış hayatlarda renk körü olmaktan -benzer şekilde ürkmekten, sürekli çarpıntıyla yaşamaktan, hep tetikte olmaktan- başka çıkar yol kalmamıştı. Uyku, evet, belirli bir huzur eşliğinde başlayıp, sonlandığında, tehdit araçlarının ortadan kalktığı bir toplumsal rahatlama evresine girilmiş olduğu duygusunu güçlendirecek, ancak bu itki, tarihin seyrini değiştirecek iradeye asla sahip olmayacaktı. Cengiz Tekin, yakın tarihin kanlı seyriyle ilgili bildirisini, 2004’te ürettiği üç fotoğraftan oluşan “Fotoğraf” adlı çalışmasıyla tamamladı. Bildiri çok açıktı: Beni unutma! Cinayetler vardı. Kim ve kimler tarafından işlendiği bilinmeyen -bilinmediği söyleniyordu-, işlenme biçimlerinin yer yer ve zaman zaman değişiklik gösterdiği, yargı ve infaz, infaz ve ölüm, ölüm ve korku, korku ve sil baştan dizi-cinayetler zamanında, elde avuçta kalmış üç fotoğraf...

Cengiz Tekin, Free Kick/Serbest Vuruş’ta, aile fertlerini, gündelik giysileri içinde, rutin bir komşu ziyareti, piknik ya da akraba sünnetine değil de, Diyarbakır Spor sahasına sürükleyerek, bir serbest vuruşu karşılamak üzere baraj kurmalarını sağlar. Serbest Vuruş’a, savaşın yakıcı dönemlerinde tüm direk ve en direk serbest vuruşları karşılamış (yaralanmış, dağılmış, korkmuş, çekilmiş, sinmiş, bırakılmış, göçmüş, kaçmış, yok olmuş) aileler adına üretilmiş/onlara ithaf edilmiş bir “şok” fotoğraf olarak bakabiliriz.

Cengiz Tekin Üzerine

Cengiz Tekin, oyun, karşı-oyun, gizlenme, gizleme, korku ve yeniden korku arasında mekik dokuyan çalışmalarıyla Diyarbakır güncel sanat hareketinin yanlış okumalara kurban gitmesi en muhtemel “açık” kapısıdır. İş bu okuma sanatçının art arda sergilenmiş/sergilenen birkaç çalışması, yanı sıra adı geçen/geçecek olan çalışmalara dönük banal politik kanaatler, hasis estetik çıkarımlar ve son olarak Diyarbakır güncel sanat üretimlerinin “yoksulluk-yoksunluk” fikri etrafında birleştiği yanılsamasını egzotik cepheden işleyen her türden kısırdöngüye yoğunlaşmayı, “yoksulluğu da, yoksunluğu da” sözün başında yok etmeyi denemiştir.

Yerüstünden, perde arkasına Cengiz Tekin
Cengiz Tekin’in Disiplinlerarası Genç Sanatçılar Derneği (DAGS+) tarafından başlatılan, ilki 1996’da AKM’de, ikincisi 1997’de tarihi Darphane-i Amire Binaları’nda yaklaşık 80 sanatçının katılımıyla hayat bulan Performans Günleri’nin üçüncüsü “İyi+Kötü+Çirkin” (27 Mayıs-21 Haziran 2003, İstanbul) için gerçekleştirdiği “Pet-formans”la başlayalım. Zira Pet-formans, Performans Günleri’nin tek performansı olması dışında, daha ileride küratörlüğünü Halil Altındere’nin yaptığı “Free Kick” sergisinde sergilediği, sergiye de adını veren fotoğraf çalışmasıyla “oyun” üzerinden ilişkilenecek. Bu ilişkilendirme, Diyarbakır’da yaşayan güncel sanatçıların farklı zamanlarda ürettikleri video çalışmalarında “oyun” kavramını ele alış biçimlerini de kapsayacak. Nitekim, Erkan Özgen’in 2004’te ürettiği Adult Games (Büyüklerin Oyunu) ve yine Berat Işık’ın İngiliz Eidos Interactive firması tarafından üretilen ve IO Interactive tarafından dağıtımı yapılan bilgisayar oyunu Hitman’den capture yöntemiyle hazırladığı ―ve seslendirdiği― “Hitman” (2003) videosu, yine aynı sanatçı tarafından üretilen, geleneksel Türk gölge oyunlarının vazgeçilmezleri Hacivat ve Karagöz’ü, Alfred Hitchcock’un kült filmi “Pyscho”yla birleştirdiği “Pyscho”su (2001), oyun çağı kahramanlarının, gaddarlık ve zorbalık zamanlarındaki ruh halleri üzerine de şaşırtıcı dönüşler sunmaktadır. Bu bağlamda “oyun”, Cengiz Tekin’in birilerinden veyahut bir şeylerden gizlenmek/sakınmak üzere kendisini üst üste istiflenmiş ağır yataklar ve yorganlar arasına alması/sıkıştırması, bizleri saklambaç oyununda ebe olanın saklanan kişileri bulmasına değin götürmektedir. Sanatçının “İsimsiz” olarak “isimlendirdiği” bu fotoğraf serisi, yapıtına dair kendi okuma çabası ve diğer küratöryal okumalara rağmen, ne geleneklerin baskılayıcılığıyla açıklanabilir ne de renk cümbüşü yatak ve yorganların, etkileyici ve dolu dolu bir yaşam biçimine duyulan özlemle. Sanırım bu son okuma cümlesini, bir başka vesileyle dile getirmiştim. Açmak gerekirse, bir Kürt köyünde üretilmiş olan “İsimsiz” çalışmasını, onu toprağa dayalı bir üretim ve yaşam biçimi üzerinden ve yine (bununla birlikte) “yoksunluk ve düşler” yaklaşımıyla egzotize etmenin kimseye faydası dokunmayacaktır. Kırdaki hayatın cansız ve ışıksız olduğunu da kim söylemiştir? Eğer böyleyse, Abdülbaki Readymade’in, en nihayetinde Tracey Emin’i de kaçırıp, bir nevi “göz” ve “penis” hapsinde tuttuğu kırdaki kalesi için ne diyeceğiz? Bu da bir yana, Abdülbaki Readymade’in dünyasına nasıl bakacağız? Buraya kadar gizlilik, sakınımın ve oyunun bir tek Cengiz Tekin’in işlerinde yer almadığını, tam aksine bu davranışın Diyarbakır’da yaşayan ve üreten diğer güncel sanatçıların da hakiki meseleleri haline geldiğini gördük. Kullanılan sembolik dilin, yasaklanmış kadim bir dille ilişkisine bakmak gerekecek. Yerüstünden (Cengiz Tekin’in Pet-formansı üstündeki yasadışı forma rağmen, performansın gerçekleşmesi için bir yere, bir zemine gereksinim duymuştur) perde arkasına geçişte neler yaşanmıştır? Ona gelmeden, Pet-formans üzerine konuşmayı biraz daha sürdürelim.

Pet-formans
Pet-formans, sanatçının performansında kullandığı pet şişelerden türetildi. Kaynağı, bir vakitler Diyarbakır’da özellikle kaldırımlarda karşılaştığımız, hafta sonu izinlerini geçiren askerlerden üç-beş kuruş para almak için Diyarbakırlı çocukların uydurduğu şekliyle, izinsiz bir oyun. 2 adet pet şişe ve 1 plastik toptan müteşekkil oyunda amaç, topu, ancak bir topun geçebileceği aralığa sahip şişelerin arasından, kaleyi devirmeden geçirebilmek. Ödüllü tabii. Geçirebilene bir paket Uzun Marlboro takdim ediliyor. Cengiz Tekin, şimdilerde hiç görmediğimiz ve büyük olasılıkla yok olan oyunu olduğu gibi İstanbul’a taşıyor. Ve bunu, üçüncüsü düzenlenen Performans Günleri’nde, bu kez İstanbul için gerçekleştiriyor. İstanbul’da Pet-formans, sanatçının geldiği yerle ilişkisi açısından önem kazanıyor. Sanatçının da hazır bulunduğu (oyunu yönettiği) bu performans, Cengiz Tekin’in kamuya açık bir alanda gerçekleştirdiği ilk ve son işi oldu. Yukarıda parantez içine aldığım yer ve zemin mefhumları, sonraki hiçbir çalışmasında (diğer sanatçılara bulaştığı gibi) kurguya dâhil edilmedi. Bu şu anlama gelmekteydi: Yaşadığı coğrafyada zemin, kelimenin tam anlamıyla “kaymıştı”, yer yarılmış, kamusal tüm imgeler, açılan derin yarıktan içeri düşmüştü. Diyarbakırlı güncel sanatçılar için “gizlenme” (hem “giz” edinme hem de saklanma anlamında) başlamıştı.

Kapalı mekânda, kapanmak…
Perde arkası süreci, sanatçının kapalı bir mekânda (bir oda) bir perdenin arkasına gizlendiği (anadan doğma çıplak olduğunu tahmin ettiğimiz) son dönem çalışmalarından biri olan ve yine “İsimsiz”lendirdiği fotoğrafından daha net okunuyor. Bir oda, bu kendi evine ait bir oda mı, yoksa gizlice girdiği bir evin odası mı, işte bu belirsizliği işaretliyor sanatçı. Çünkü çok iyi biliyor ki bu belirsizlik, nefes almasını zorlaştırıyor. Onu ve beraberindeki herkesi, daha önce hiç girmedikleri kalıplara sokmaya zorluyor. Bu sahne (yapacak bir şey yok), karikatüristlerin de büyük oranda işlediği, neredeyse her gün gördüğümüz perde arkasındaki adam/kadın karikatürlerini anımsatıyor. Kaçamak ve heyecan yüklü sekslerin vuku bulduğu yatak muhabbetleri, apansız gelişen kıskanç karı-koca baskınları vs., evet bunlar bildiğimiz hicivler. Okumayı bu yönde uzattığımızda, sonuç olarak elimizde başından beri yok saydığımız ilişkilendirmelerden (çizgi-mizah) başka bir şey kalmayacak. Oysa çok bariz bir şekilde görünen şey şu: Cengiz Tekin, çizgi mizahta klişe sayılabilecek durumları, birkaç fotoğraf çalışmasında (fazla değil), evet, farklı bir bağlama sokarak (mevcut durumun çizgiyle ifade edilmesini hem yetersiz hem de cemaat-dışı buluyor) yoruma açıyor.

Sanatçının “Sözde” Portresi
Cengiz Tekin’in hiç şüphesiz en vurucu fotoğraf çalışmalarından biri olan ―nihayetinde isimlendirilen― Sanatçının Sözde Portresi (2003), ‘popüler algının Kürtleri Türklük dairesinin dışında bir yerlere (tanınmış sosyolog Mesut yeğen’in argümanlarıyla söylersek; Kürtlerin müstakbel Türkler, zaman zaman Yahudiler, sünnetsiz Ermeniler olarak tariflenmesi) yerleştirme eğiliminin’ yeniden güç kazanmaya başladığı bir dönemde biçimlenmiştir. Zira “sözde” bir halkın (Sanatçının Sözde Portesi’nin de verdiği gibi), “sözde” güncel sanatçıları da olacaktır. Bu çalışmada sanatçıyı, Kürtlerin (keza Ortadoğu halklarının) siyah benekli, çevresi saçaklı, geleneksel ipek örtüsüyle, gözleri dışarıda bırakacak biçimde başını sarmalamış olarak görüveririz. Buna mukabil, üstündeki t-shirt’e bakarak geleneksel giyim kuşamın kırıldığını söyleyebiliriz. Sanatçı, bir fotoğraf stüdyosunun önünden geçerken (Foto Sentez, Diyarbakır), aklına birdenbire düşen bu “sözde-oluş” imgesini, “Ya Allah!” deyip, alelacele ‘uygulamış’ gibi poz vermiştir. Tepki ani ve bir o kadar da hızlıdır. Sanatçının Sözde Portresi, resmi ideolojinin dönüştürme, bir şeyken, başka bir şey(miş) gibi gösterme, ikna ve diğer baskı araçlarının, yansımasını güncel sanatta bulmuş en dramatik sahnesidir aslında. Sanatçı, hayır, bu mevzuda eleştirel de değildir, rasyonel de. Bunu istememiştir. Köklerine dair yüz yıldır yürütülen “sen o değilsin, busun!” kampanyasına, kendisini ve sanat adına ürettiği her şeyi “sözde kılarak”, bir anlamda kaderine isyan etmiştir.

Yataklar, yorganlar ve uzatmalar
Sanatçıyı “gizlenmeye” götüren erken dönem fotoğraf çalışması, ana-akım ruh halinin sonraki çalışmalarında da değişik “gizlenme” biçimleriyle uğraşmasını gerektirmiş, “yatak ve baskı” imgesi versiyon ve varyasyon (çeşitleme) denemeleriyle bir anlamda uzatmaları oynamıştır. Bu denemelerden biri olan “Sükût Ol, Tanımam!” adlı fotoğrafında, yer yatağında oturmuş, kara kara düşünen bir adam görürüz. Mekân, tipik Kürt odasıdır. Sağ köşedeki tüplü fanus, odayı baştan sona yatay seyreden gidişattan bir nebze de olsa, çıkarır. Öndeki çay tepsisi, çaydanlık vs. yerelliğin aynamsı alüminyum düşkünlüğüne gider, dayanır. Sûreti her hal u karda görmek, bakmak, incelemek bir boş zaman uğraşı değildir. Parlak olan, yansıtan her nesne, değerlidir. Kalbin yansıması, insanın içinin yansıması… Sonra bir kol, yer yatağının arasından uzanmış bir kol, adam, o kola ait bedenin tam üstünde oturmuştur. Farkında mıdır peki? İroni, saçmalığın en ince ayrıntısına kadar ulaşmış gibidir.

Şener Özmen

25 Nisan 2008 Cuma

7 Nisan 2008 Pazartesi

medyakronik.com


Modellerini döven fotoğrafçı
Çalışmalarındaki farklı kompozisyonlarla yaşadığı coğrafyayı, 1990’ların travması ve kendi iç çelişkileriyle harmanlayan Cengiz Tekin, yaratıcılığının da bu iç çelişkilerden beslendiğini belirtiyor.
7/04/08 - 02:18

Diyarbakırlı fotoğrafçı Cengiz Tekin'in çalışmalarında yaşadığı coğrafyanın izlerini sürüyor...

Cengiz Tekin'in ilginç çalışmalarından biri...

Çalışmalarının merkezine oturttuğu mizahi bakış açısıyla politikadan topluma, iktidardan yerelliğe kadar her konuda yaşam ve sanatı biraraya getiren Tekin, ilk kişisel sergisini de doğup büyüdüğü Diyarbakır’da açtı.

Farklı fotoğraflar çekerken zaman zaman modellerini ikna etmekte güçlük çeken Tekin, bazen onları dövmekle tehdit ettiğini söylüyor.

Övgü AKGÜRGEN ovgu@medyakronik.com



1977’de Diyarbakır’da dünyaya gelen Cengiz Tekin yaşadığı coğrafyaya sadık kalmış ve nimetlerinden faydalanmayı başarabilmiş bir fotoğrafçı. Şaşırtmayı ve ironik göndermeler yapmayı kendine görev edinen Tekin, artık yerel bir fotoğrafçı olmaktan çok uzakta…Sanat hayatına karikatür çizerek başlayan Cengiz Tekin, 1990’larda güzel sanatlar fakültesine hazırlanmaya karar vermiş.1994’te desenle başlayan resim hayatına sınavı kazanmasına rağmen devam etmeyen Tekin bu kararını “Ben resim çizmeyi sevmem, çizilirken izlemeyi severim” sözleriYle açıklıyor. Tekin’in fotoğrafla tanışması da ilginç; kendisini fotoğraf sanatçısı olarak görmeyen Tekin, fotoğraf makinesinin kendisiyle çalışmak istediğine inanıyor. Bunun dışında bir sokak sanatı olan grafitti ile de ilgileniyor.Çalışmalarındaki farklı kompozisyonlarla yaşadığı coğrafyayı, 1990’ların travması ve kendi iç çelişkileriyle harmanlayan Tekin, yaratıcılığının da bu iç çelişkilerden beslendiğini belirtiyor. Sürekli farklı kompozisyonlar kurmanın yaratıcılığı körükleyen bir diğer unsur olduğunu savunan Tekin, fotoğraflarında ruh ve beden halleri üzerinden ironik göndermeler yapıyor.Çalışmalarının merkezine oturttuğu mizahi bakış açısıyla politikadan topluma, iktidardan yerelliğe kadar her konuda yaşam ve sanatı biraraya getiren Tekin, ilk kişisel sergisini de doğup büyüdüğü Diyarbakır’da açtı. Şu ana kadar biri kişisel ikisi karma toplam üç sergide fotoğrafları yer alan Tekin, aldığı tepkileri çok önemseyen bir sanatçı; öyle ki, iyi tepki almadığı zamanlarda ancak arkadaşlarının desteğiyle toparlanabildiğini söylüyor.Fotoğraflarında göze çarpan farklılığın insanları çok şaşırttığını ve amacının tam da bu olduğunu söyleyen Tekin, şaşkınlık yaratan fotoğrafları çekerken halktan modelleri kullanmakta zorlandığı için ailesi ve yakın çevresiyle çalışmayı tercih ediyor. Tekin, ideolojik olarak da herkesin birbirine benzediği bir toplumun içindeki modellerden uzak duruyor. Fakat yine de bu kadar farklı fotoğraflar çekerken zaman zaman modellerini ikna etmekte güçlük çeken Tekin, bazen onları dövmekle tehdit ettiğini söylüyor.

10 Mart 2008 Pazartesi

Anadolu Kültür / Diyarbakır Sanat Merkezi

Anadolu Kültür / Diyarbakır Sanat Merkezi: "Sanatçının Sözde Portresi
Diyarbakır Sanat Merkezi yeni yılın ilk sergisini Diyarbakır’da yaşayan ve üreten güncel sanatçı Cengiz Tekin’in “Sanatçının Sözde Portresi” başlıklı güncel sanat sergisine ev sahipliği yaparak gerçekleştiriyor.

1977 yılında Diyarbakır’da doğan sanatçı, ağırlığı fotoğraf alanında olmak üzere, video ve performans alanlarında da üretimler yapıyor. Ulusal ve uluslararası pek çok güncel sanat sergisine 2003’ten bu yana Diyarbakır’dan katılım sağlayan Cengiz Tekin, fotoğraf çalışmalarında travma sonrasının mahrem ve yarı-açık mekânlarında gizli, saklı, örtük “ruh ve beden halleri” üzerinden ironik-eleştirel imgeler, kurgular, kırılmalar ve göndermeler inşa ediyor. Çalışmalarının merkezine yerleşen “mizahi” referanslar, “kayıt-dışı” yaşam ve sanat pratikleriyle birleştiğinde, ortaya “gerçek-dışı”, bununla birlikte “absürd” sayılabilecek sahneler çıkıyor, ancak bu gerçek-dışı’lık ve absürdlük ilişkilen"
http://www.karsi.com/sergi/sureklilik/res_b/hayir.jpg

Karşı

Karşı: "sergi: 'sürekliliğin Sınırları-territories of Duration '



Cengiz Tekin

Her işte bir HAYIR vardır � enstalasyon
Cengiz Tekin'in bu çalışması, alaycı retoriğinin yanı sıra hicvi de ön plana çıkartır. Sanatçının kullandığı hiciv sert bir toplumsal eleştiriyi güçlendirmektedir; sıradan alışkanlıklarla hayatımızı sürdürdüğümüz, sosyal ve insani yükümlülüklerimizden kurtulmak niyetiyle günlük sözlü davranış klişelerin dilbilimsel belirsizliğine sığındığımız yerde sanatçı, kesinliği, belirsizlikler alanlarını tedirginliğe dönüştürür.

in every business alms exist � neon light installation
In his neon wordplay Cegiz Tekin explores ideas with his usual ironic if not sarcastic rhetoric. His use of satire to good effect reinforces a harsh social critique which he feels disposed to make highlighting ambiguity in our every day verbal and behavioural clichés in which he attempts to turns certainty into unease wherein vested interest lays on a false premise by aphoristic assertion."

9 Mart 2008 Pazar

6 Mart 2008 Perşembe

4 Mart 2008 Salı

PHOTOGRAPH...

Sampling
Fikret Atay, Köken Ergun, Leyla Gediz, Özlem Günyol, Mustafa Kunt, Ahmet Ögut, Cengiz Tekin
curated by locus athens

· Center of Popular Arts & Tradition

6 Agg. Hatzimichali Str., Plaka

Private View March 13th, 20:00

March 13th – May 11th 2008

Opening Times:

Tuesday - Thursday 9.00-13.00 & 17.00-21.00

Saturday – Sunday 9.00-13.00

· Κέντρο Λαϊκής Τέχνης και Παράδοσης

Αγγ. Χατζημιχάλη 6, Πλάκα

Εγκαίνια 13 Μαρτίου 2008, 20:00

13 Μαρτίου – 11 Μαΐου 2008

Ώρες Λειτουργίας

Τρίτη –Πέμπτη 9.00-13.00 & 17.00-21.00

Σάββατο – Κυριακή 9.00-13.00

21 Şubat 2008 Perşembe

Graphite 2001

--------------------------------------------------------------------------------



.......................Grafiti.......2001

19 Şubat 2008 Salı

...

" Subjektif olarak yaşadığım, nefes aldigim ama bir aidiyet biçimi
degildir kimliklerim”.
Sanatçı olarak gündelik hayatta kurmaya calistigin bir durus mevcutsa eger, kimlikler pesinden gelir cemaatler gibi. Bu karmasa Kafka’nin Sato’suna giremeyen, çikislarin ve girislerin karmasasini yasiyan bay K’nin travmasidir, bir cografi sikismislik ve sinirlar anlatiminin depresif flörtü sözkonusudur. Burada beden anlatisi mit ve iktidarin söylem aygitlari tarafindan olusturulurken, kimlik yada kimlikler denilen lanet, ayni zamanda senin bir gözetim altinda olusunu gosterir. Cemaat ve geçmis uzerinden izlenen bir beden, simdi ve gelecek arasina sikismis bir olus, kimligin molekuler parçalanisi ve kirilmasidir. Kimlik aslinda bu kadar steril degildir, burada devreye aidiyet, yert-yurt, hayali mufredatlar, kaçislar, mafyalasma ve travma girer. Kendim olma arzusu, kendime ait olmasada benim kimliklerimi ele verendir. Bana göre hiçbir kimlik doğru kimlik değildir, ya da eksik kimliktir. Bu da bendesanatçı,Kürt ve sanatçı, Diyarbakırlı sanatçı,uluslar-arası sanatçı,Türk ve sanatçı,Türkiyeli Kürt sanatçı,anarşist sanatçı,bağımsız sanatçı,bağımlı sanatçı,genç sanatçı, santçi olmayan sanatçi, depresif san-at-çi vs... Kaçis tam da deleuzyen anlamda kaçis çizgisinde olmak-ligi verir ele. Kimlikler karmaşasında içinde sanatçi kimlik yorgunlugunu yasar boyuna. Oysa santçi kaçis uzerinde uretir, makro kimliketen, egemenden, kolonyalden ondan bundan derken kaçarken sanarçi mikro alanda nefes almaya içindeki marjini daha çok desip travmayla yüzlesmeye çalisir. Yani bu sey kendini bulmak için nereye gitmen gerektiginden eminsizlik, (yersizyurtsuz olus ) ile kendinden kaçarken nereye yöneleceğinden emin olmama arasindaki subjectif yarilmadir(yeniden yert-yurt olus) . Dolayisiyla burada bilinçdisi kaymalar ile zehirlenmis dil kimliklerinin sizoid dansi sözkonusudur.
Yaşama karşı, inandığın değerler sistemine karşı bir mücadele ve müdahale sözkonusu ise travma kaçınılmaz olarak orada belirir. Travmayı doğrudan doğruya yaşayan bir kişi olarak -ki bence tüm sanatçıların travma yaşaması gerekliliktir, veyahut sürekli bir travma halinde olmak, ahlaki bir mesele olarak bunun ev ve evsizlik arasinda (Adorno) kayan ve olusan algılarımi ve değerlendirmelerimi etkiledigini bunun yapıtlarıma anlam katmanlari sundugunu dusunuyorum. Kendi yaşam deneyimlerimi yeniden anlamlandıran bu yapıtlar -untıtled- yorganlar,sanatın gündelik hayatin içindeki kültürel kodlardan nasil beslendigini ve diger külturel girislere meyilli bir tecrubeyi nasil bir platform olarak görünür kildigini bize gösteriyor. Doğup büyümenin bilinçte oluşturduğu geçmiş ile aramdaki mesafe ile yüzleşmek üzerinden tekrar parçalanmayi barındırıyor. Yakın tarihte yaşanmış olan herşey benim çalışma alanım içine girer ve benim tecrube aktarimlarini bir hikaye anlatici gibi dokumami saglar. Bunlar; aile ,birey, kimlik, kimliksizlik, sürekli tekrarlanan kavramlar, travma, biçimli ve biçimsiz ritueller,terbiyesiz sözler, göç ve yol sikismasi, kitch görüntüler , dolaylı anlatımlar, esnek beden ve yorgan “ben”, uyum ve uyumsuzluk, kültürel çıkmazlar, aynı zamanda bu korkularım, tiksintilerim, hinçlarim, neseli hallerim ve bedenimde gezen ironidir ...
“Zaten yaşadığım yer temsilin ve temsilsizligin kendisidir."

Cengiz TEKİN

16 Şubat 2008 Cumartesi

Cengiz Tekin

CV.

2003- Performans Günleri-2, 2th Performance Days, Babylon, KV Istanbul, Bilgi Atolye, Istanbul, Turkey

2003- I Am Too Sad To Kill You!, Proje4L Istanbul Museum of Contemporary Art, Istanbul, Turkey, Cur: Halil Altindere

2003- In Den Schluchten des Balkan, Kunsthalle Fridericianum, Kassel, Germany, Curated By René Block

2003- U-Topos, Tirana Biennale-2, National Museum of History, Tirana, Albania

2004- Love It or Leave It/Cetinje Biennial V, Diyarbakir Art Centre, Diyarbakir

2004- THE VISITOR, Galerist, Istanbul, Curated By Emre Baykal&Rob Perree 2005- Etrangeté en soi: Unheimlich, Apollonia, Strasbourg, France, Curated by: Ali Akay, Dimitri Konstantinidis 2005- Etrangeté en soi: Unheimlich, Akbank Culture and Arts Centre, Istanbul, Turkey. Curated by: Ali Akay
2005, Memory And The Imaginary, 7th BIENAL DE VIDEO Y NUEVOS MEDIOS DE SANTIAGO, Museo de Arte Contemporaneo, Santiago de Chile, Cur: Ali Akay 2006, TRANSFER VIDEO-ART, Kultur-Magazin Lothringen, Bochum, Germany

SOLO EXHİBİTİON

2007-8, So Called portrait of the Artist, Diyarbakir Art Centre, Diyarbakir












----------------------------------------------------------------------------------












...............................................Untitle..........2003
------------------------------------------------------------------------



..............................SO-CALLED PORTRAIT OF THE ARTIST......2003











----------------------------------------------------------------------








--------------------------------

..................................................Untitle........2003
----------------------------------------------------------------------

.......................................Calm Situation.......2005
------------------------------------------------------------------------------







......................................Free Kick......2005
-------------------------------------------------------------------------------
...................................................Untitle.....2007













-----------------------------------------------------------






TWOMETERFOURTEENCANTİMETER.........2007
-----------------------------------------------------------------







.........................................................Panorama......2007





--------------------------------------------------------------------

WORKS

..............................................Naturmort.......2007




----------------------------------------------------------------------------